15 Mart 2009 Pazar

Sinir Sistemi

I. CANLILARIN SİNİR SİSTEMLERİ

1. Tek Hücrelilerde Duyarlılık

Tek hücrelilerin ve daha basit canlıların hiçbirinde sinir sistemi yoktur. Paramesyum’da, sillerin altında bulunan kaide cisimciklerinden çıkan bazı lifçikler (nörofibril), tüm sitoplazma içinde iletimi sağlarlar. Amip uyartılara karşı basit tepkiler gösterebilir. Örneğin, besine yaklaşma, iğne ucundan kaçma gibi.

 
2. Omurgasızlarda Sinir Sistemi

    *      Hidra ve diğer Sölenterlerde özelleşmiş sinir hücreleri gelişmiştir. Bu hücreler vücut boyunca bir ağ görünümünde dağılırlar. Bu sinir ağının yapısında yer alan tüm hücreler birbirileriyle bağlantılıdır.

    Vücudun herhangi bir yerindeki uyartı her tarafa iletilir. Bunlarda beyin görevi gören özel bir yapı yoktur.

   

Şekil: Hidra'da Sinir Ağı

    *      Planarya’da vücudun iki tarafında uzanan bir çift sinir şeridi ile bunları birbirine bağlayan sinir ağından oluşur. Bu şekildeki sinir sitemlerine ip merdiven sinir sistemi denir. Baştaki düğümler beyin görevi yapar.
    *      Eklem bacaklarda ve Halkalı solucanlarda; karın tarafında boydan boya uzanan bir sinir sistemi görülür. Beyin ve bazı duyular vardır.

 

3. Omurgalılarda Sinir Sistemi

En gelişmiş sinir sistemi omurgalılarda görülür. Bütün omurgalılarda benzer yapı gösteren sinir sistemi; merkezi sinir sistemi ve çevresel sinir sistemi olmak üzere iki kısımda incelenir. Sinir sistemi nöron adını verdiğimiz özelleşmiş sinir hücrelerinden meydana gelir.

 

II. SİNİR SİSTEMİNİN GENEL YAPISI

Sinir sisteminin yapı ve görev birimi olan nöron; geniş bir hücre gövdesi ve bu gövdeden çıkan uzantılara sahiptir.

 

1. Nöronun Yapısı ve Özellikleri

Nöron gövdesinden iki tip uzantı çıkar. Bu uzantılardan kısa ve ince olanlarına dentrit denir. Dentritler içinde en uzun ve kalın olanı ikinci uzantıyı oluşturur. Buna akson denir.

Aksonlar miyelinli ve miyelinsiz olmak üzere iki çeşittir. Miyelinsiz aksonlarda izolasyonu sadece hücre yapar. Miyelinli aksonlarda impuls iletimi, miyelinsiz aksonlara göre 10 kat daha hızlıdır.

   

Şekil: Bir Sinir Hücresinin Yapısı

 

2. Nöron Çeşitleri

Nöronlar görevlerine göre üç gruba ayrılırlar.

    *    Duyu Nöronları : Duyu organlarında bulunan reseptörlerden aldıkları impulsları (uyartı) beyne ya da omuriliğe ileten nöronlardır.
    *      Motorik Nöronlar : Beyin ya da omurilikten aldığı emirleri tepki organına ileten nöronlardır.
    *      Ara Nöronlar : Genelde merkezi sinir sisteminde ve omurilikte yer alan duyu, ara ve motor nöronları birbirine bağlayan nöronlardır.


3. İmpulsun Oluşumu ve İletimi

Dıştan veya içten gelen uyartıların sinir hücresinde oluşturduğu elektriksel ve kimyasal değişime impuls adı verilir. Nöronlarda impulsun iletilme yönü daima nöron gövdesinden akson uzantılarına doğru olur. Uyarının nöronda impuls oluşturması ve impuls iletimi elektro-kimyasal olarak gerçekleşir.

Nöron hücreleri uyarılmadığı zaman polarize (kutuplaşmış) durumdadır. Yani hücre dışı (+) içi ise (–) durumdadır. Bu olay sodyum ve potasyum iyonlarının eşit olmayan dağılımından kaynaklanır. (Na+) dışta fazla, (K+) ise içte fazladır.

Sinir hücre zarının Na+ ile K+ iyonlarına karşı geçirgenliği farklıdır. Sinir hücrelerinden Na+ aktif taşımayla hücre dışına verilirken, K+ hücre içine aynı yolla alınabilmektedir.

Sodyum pompalanması olarak bilinen bu işleme bağlı olarak, dinlenme durumundaki sinir hücresinde, dış ortama oranla, daha çok K+ bulunduğu halde daha az Na+ bulunur. Bu nedenle sinir hücre zarı kutuplaşmıştır (Polarizasyon).
 

Şekil : Uyarılmış Sinir Telinde İyonların Değişimi ve

İmpulusun İletimi (Elektriksel Etki)
 

Sinir hücresi uyarılınca, uyarılan bölgede Na+ ve K+ iyonları zıt yönde yer değiştirirler.

Bu değişim hücre zarının o bölgesindeki zarın dıştan (–), içten ise (+) yüklenmesine neden olur. Sinir hücresindeki bu değişim olayına depolarizasyon denir. Bir bölgede gerçekleşen depolarizasyon yan taraftaki Na+ ve K+ iyonlarının da yer değiştirmesine neden olur. Bu şekildeki değişim tüm sinir hücresinin aksonu boyunca ilerler.

İmpuls sinir telinin bir bölgesinden geçtikten sonra o bölge eski durumuna döner (Repolarizasyon). Böylece bu bölge yeni bir impulsun iletimine hazır hale gelir.

Eğer sinirin uyarılan bölgesi, eski durumuna dönmeden, aynı nokta ikinci kez uyarılırsa, sinir bu uyartıya tepki göstermez.

İmpuls iletimi sırasında hücre bol miktarda O2 harcar, ATP kullanır. Sonuçta CO2 ve ısı açığa çıkar.

Bir nöronda impulsun başlayabilmesi için gereken en az uyarı şiddetine eşik şiddeti (eşik değer) denir. Bu değerin altındaki uyaranlar impuls oluşturamaz. Sinir hücresi, eşik şiddeti veya bunun üzerindeki uyartılara karşı maksimum tepki verir. Bu nedenle bu olaya “ya hep ya hiç” prensibi adı verilir.

 

4. Sinaps ve İmpulsun Sinapstan Geçişi

Bir sinir hücresinin aksonu ile diğer bir sinir hücresinin dentritinin uç uca geldikleri bölgelere sinaps (bağlantı) denir.

İmpulslar daima aksonlardan dentritlere sinaptik bölgeler üzerinden iletilirler. Yalnız bu bölgelerdeki iletim sinir hücresi boyunca olan iletimden daha yavaştır. Çünkü geçiş sadece kimyasaldır.

Sinapsı oluşturan akson ucu ile dentrit arasında bir açıklık bulunur. Akson ucuna gelen impulslar, sinaptik keselerinden nörotransmitter adı verilen bazı kimyasal maddelerin sinaptik boşluğa boşalmasına neden olurlar. Diğer sinir hücresinin üzerindeki reseptörler tarafından algılanan bu maddeler bu hücrede yeni bir impulsu başlatırlar.

 
Sinapsların özellikleri:

    *      İmpulslar sinapslardan tek yönlü (aksondan dentrite doğru) geçerler.
    *      Beyin hücrelerindeki bazı sinapslarda impulslar her iki yönde de geçebilir.
    *      İmpulsların sinapstan geçişi, sinir hücresindeki iletimden daha yavaş olur.
    *      İmpulsların sinapslardaki iletimi nörotransmitter maddelerle sağlanır. Yani kimyasaldır.
    *      İmpuls geçişini engelleme ve kolaylaştırma (seçici direnç) olayları sinapslarda olur.
    *     Sinapslar sadece iki sinir hücresi arasında olmaz. Bir sinir teli ile bir kas, reseptörler veya bir bez arasında da olabilir.

5. İmpulsun Hedefe Taşınma Biçimleri

Sinirsel iletim sinirler ve hormonların ortak çalışmasıyla olmaktadır.

İlk uyaran bir iç salgı bezini etkileyerek hormon salgılanmasına neden olur. Hormonların kanda belirli bir konsantrasyona ulaşmasıyla ilgili dokunun hücreleri uyarılır.

Çevreden gelen uyarılar sinir sistemini etkiler. Sinir sistemi de sinir yoluyla ilgili dokuları uyarır.

Çevreden gelen ilk uyaran önce sinir sistemini etkiler; sinir sistemi iç salgı bezlerini uyarır ve iç salgı bezleri de kan yoluyla ilgili doku hücrelerini harekete geçirerek uyarana cevap verilmesi sağlanır.

III. İNSANDA SİNİR SİSTEMİ

İnsanda sinir sistemi merkezi sinir sistemi ve çevresel sinir sistemi olmak üzere iki kısımda incelenir.

A. MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ

Beynin kısımlarını ve omuriliği içine alır.

 
1. Beyin ve Kısımları

Sinir sisteminin esas merkezini oluşturan beyin, omurilik soğanı ve omurilik isimli yapılar üç katlı bir bağ dokusu ile sarılmıştır. Buna meninges (beyin zarı) denir. Menenjit hastalığı bu zarların iltihaplanması olayıdır.

Beyin zarı üç kısımdan oluşur:

    *      Sert Zar : Kafatası kemiklerine yapışmış olan kalın, dayanıklı bir zardır.
    *      Örümceksi Zar : Ortada olup ince bağ dokusu iplikleriyle, iki zarı birbirine bağlar.
    *      İnce Zar : Beyni besleyen kan damarlarıyla donatılmış, hem beyne hem de omuriliğe sıkı sıkıya bağlı bir zardır.

Örümceksi zar ile ince zar arasındaki boşluklarda beyin sıvısı (beyin omurilik

sıvısı = BOS) bulunur. Bu sıvı beynin şiddetli sarsıntı ve çarpmalara karşı korunmasında yardımcı olur. Omurilikteki zar yapısı da beyindeki gibidir.

Beynin en büyük ve geniş kısmı ön beyin adını alır. Uç beyin ve ara beyin olmak üzere iki kısımdan oluşur.

a. Uç Beyin (Beyin Yarımküreleri): Bu bölüm insanın öğrenilmiş davranışlarını yönetir. Kompleks psikolojik olaylardan olan bilinç, hafıza, zeka, sağduyu ve duyuların değerlendirilmesi, beyin yarım kürelerinin fonksiyonlarına bağlı organizma faaliyetleridir.

b. Ara beyin : Ara beyin, talamusu, hipotalamusu ve hipofiz bezinin arka bölgesini içine alır. Bitkisel hayatın kontrol merkezi veya bütün otomatik hareketler ile metabolizmada dengelerin kurulması bu merkez sayesinde olur.

    *      Talamus : Talamusun büyük bir kısmı beyin yarım kürelerine gelen ve giden sinirlerin geçiş bölgesidir. Koku hariç tüm duyusal impulslar büyük beyne giderken talamustan geçer. Acı, sıcaklık ve belirli diğer duyusal impulslar talamus içerisinde duyu olarak benlik kazanır. Daha sonra beyin korteksinin ilgili merkezlerine iletilir.
    *      Hipotalamus : Hipotalamus otomatik işlevlerin denetlenmesi için önemli bir merkezdir.
    *      Vücut sıcaklığı, su dengesi, iştah, heyecan bu merkezin önemli işlevleridir. Hipotalamus, salgı yapan sinir hücrelerinin de bulunduğu bir merkezdir. Bu salgılar hipofiz bezinin ön lobundan hormon salgılanmasını uyarır. Eşeysel yönelme ve olgunlaşma merkezleri de hipotalamusda bulunur.
    *      Hipofiz : Hormonal salgıların kontrol merkezidir. Hipofizin endokrin bezleri etkilemesi sinir ve salgı sisteminin yakın ve fonksiyonel ilişkisini gösterir.

c. Orta Beyin : Beyincik ve ara beyin arasında kalan kısımdır. Fazla ışıkta göz bebeklerinin kısılması, buradaki refleks merkezleri ile idare edilir. Orta beyinde kas tonusunu ve vücudun duruşunu düzenleyen merkezler bulunur.

d. Arka Beyin : Arka beyin beyincik ve omurilik soğanından meydana gelir.

    *      Beyincik: Beyincik motorik düzenleme ve denge merkezidir. Duyu organlarından, kaslardaki almaçlardan, kulağın denge ile ilgili kısımlardan gelen uyarılar bu organa ulaşır.

Beyincik vücudun duruşunu ve kasların tonus halini düzenler. Beyincik zedelenirse insanda kas hareketleri düzensizleşir.

    *      Omurilik Soğanı : Birçok yönüyle omuriliğe benzer. Omuriliğe inen ve çıkan sinir demetlerinin bazıları buradan doğrudan doğruya geçer bazıları da burada çaprazlaşır. Omurilik soğanındaki sinir merkezleri, solunum, sindirim, dolaşım, boşaltım, salgılanma ve üreme gibi önemli olayları düzenler. Omurilik soğanında soluma, yutma, çiğneme, öksürme, hapşırma, kusma, kan damarlarının büzülmesi ve gevşemesi, kalp atışı, tükrük salgılanması gibi reflekslerin kontrol edildiği merkezlerin bulunduğundan hayat düğümü de denir.

2. Omurilik

Omurilik, omurganın ortasındaki boşluğa yerleşmiştir. Omuriliğin dış tarafı beyindekinin tersi bir yapıda olup ak maddeden, iç kısmı ise boz maddeden meydana gelmiştir. Omurilikten 31 çift duyu ve hareket siniri yani karma sinir çıkar.
 
Omuriliğin temel görevleri şöyle sıralanabilir :

    *      Beyne gelen ve beyinden çıkan impulsları iletmek
    *      Bir refleks merkezi olarak çalışmak
    *      Alışkanlık hareketlerini denetlemek

Refleks : Reseptörlerin (alıcıların) uyarılması ile kas ve bez gibi organlarda meydana getirilen istek dışı aktivitedir. Omurilik refleksleri çizgili kasların kasılmasıyla gerçekleşen istemsiz hareketlerdir.

    *      Elimize iğne battığında aniden çekilmesi,
    *      Diz kapağına vurulduğunda ayağın öne fırlaması,
   *   Beyni çıkarılmış bir hayvanın bazı uyartılara reaksiyon göstermesi birer refleks hareketidir.

İnsanlarda doğuştan gelen bazı ortak refleksler vardır. Bunlara kalıtsal refleksler denir. Örneğin; yeni doğmuş bir bebekteki emme refleksi, göz kapağının kırpılması ve parlak ışıkta göz bebeklerinin küçülmesi gibi. Daha sonra öğrenilmeyle oluşan refleksler de vardır. Bunlara da şartlı refleksler denir.

Örgü örmek, güzel yazmak, tören yürüyüşü, yüzmek, araba kullanmak, müzikle dans etmek, limon görünce tükrük salgılamak birer koşullu reflekstir.

Beyin, gerektiğinde refleksleri baskılayabilir ve yönlendirebilir.

 

B. ÇEVRESEL SİNİR SİSTEMİ

Beyin ve omurilikten çıkan, onları vücuttaki bütün alıcı ve uyarılan dokulara bağlayan sinirlere çevresel sinir sistemi denir. Sinirler ve bazı küçük sinir düğümlerinden oluşmaktadır.

    *      Beyin Sinirleri : İnsan beyninin değişik bölgelerinden 12 çift sinir çıkar.
    *     Omurilik Sinirleri : Omuriliğin arka ve ön kökler olarak adlandırılan bölgelerinden 31 çift sinir çıkar. Omurilikteki ön kökten çıkan sinirlerin tahrip olması, hangi bölgeyi besliyorsa o bölgenin felç olmasına neden olur.

Çevresel sinir sistemi görev ve işleyiş bakımından somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemi olarak ikiye ayrılır.

1. Somatik Sinir Sistemi

Motor ve duyu nöronları ile donatılmıştır. Bu nöronların hücre gövdeleri merkezi sinir sisteminde bulunur. Aksonları ise doğrudan iskelet kaslarına gider ve isteğimizle çalışan organları (iskelet kaslarını) idare eder.

Koşma, zıplama, bağırma, resim yapma gibi beynin kontrolünde olan hareket ve davranışlarımızı bu sistem yardımıyla yürütürüz.

2. Otonom Sinir Sistemi

Çevresel sinir sistemi içinde incelenir ve organizmadaki istemsiz hareketlerin kontrolünü sağlar.

Otonom sinir sisteminde sadece motor sinirler vardır. Bu motor sinirler organların hızlı çalışmasını veya yavaşlamasını sağlar. Beyin şuurumuz dahilinde otonom sinir sistemine hükmedemez. Ancak otonom sinir merkezlerini kontrol eder.

Bu sistem birbiriyle zıt çalışan sempatik ve parasempatik sinirlerden meydana gelir.

a. Sempatik Sistem : Sempatik sistem, özellikle organizma zor durumlarda kaldığı zaman etkilidir. Hızlandırıcı etki yapar.

Sempatik sistemin çalışmasıyla kan basıncı ve kan glikozu yükselir, kalp atışları hızlanır, kıllar dikleşir, kan damarları daralır, terleme artar ve göz bebekleri genişler; genellikle vücutta bir stres doğmasına neden olur. Bu durum uzun sürerse vücudun direnci azalır ve zayıflar.

b. Parasempatik Sistem : Sempatik sistemin aksine organların faaliyetlerini yavaşlatıcı bir etkiye sahiptir. Ayrıca sindirim sisteminin peristaltik hareketlerini hızlandırır. Parasempatik sinirlerden olan vagus siniri asetil kolin hormonu salgılayarak kalp atışlarını yavaşlatır ve kan basıncını düşürür.

IV. DUYU ORGANLARI

İnsanda beş çeşit duyu organı bulunur. Duyu organlarımızdaki reseptörler, aldıkları uyarı çeşidine göre gruplandırılabilirler.

    *      Kemoreseptörler : Burun ve dilde bulunan koku ve tat reseptörleridir. Kimyasal uyarıları algılarlar. Bazı iç organlarda da vardır.
    *      Fotoreseptörler : Gözde bulunur. Işık uyarılarını algılarlar. Koni ve çomak hücreleri olarak iki çeşidi vardır.
    *      Mekanoreseptörler : Mekanik ve fiziksel uyarıları algılarlar. Deride ve kulakta bulunur. Deride bulunanların bazıları sıcak veya soğuğu almaya özelleşmiştir. Bunlara termoreseptör de denir.

A. GÖZ ve GÖRME DUYUSU

Göz, görme ile ilgili temel yapılar ve koruyucu yapılardan meydana gelir. Koruyucu yapılar kaşlar, kirpikler, göz kapakları, göz yaşı bezleri ve göz yuvarlağını göz çukuruna bağlayan kaslardan oluşmuştur.

1. Gözün Yapısı ve Görme

Göz yuvarlağı dıştan içe doğru, sert tabaka, damar tabaka ve ağ tabakadan meydana gelir.

a. Sert Tabaka : Göz yuvarlağını dıştan saran beyaz bağ dokudan oluşmuş sert bir tabakadır. Sert tabaka göz yuvarlağının ön tarafında saydam bir yapı kazanır. Burası kornea adını alır. Işığı kırıcı etkiye sahiptir.

b. Damar Tabaka (Koroid) : Sert tabakanın altında damarlarca zengin bir tabakadır. Çok miktarda melanin pigmenti bulunur. Bunlar göz içinde siyah karanlık bir odanın oluşmasını sağlar ve göz içi yansımalarını önler.

Damar tabaka gözün ön kısmında iris adı verilen, gözümüzün renkli kısmını oluşturur. İrisin yapısında bulunan kaslar göz bebeğinin genişlemesini ya da daralmasını sağlarlar.

İrisin ortasında göz bebeği açıklığı bulunur. Göz bebeğinin daralıp genişlemesi ile göze gelen ışık miktarı ayarlanır. İrisin hemen arkasında göz merceği yer alır. Mercek, cisimden gelen ışınları kırarak ağ tabaka üzerine düşmesini sağlar.

c. Ağ Tabaka (Retina) : Işığa duyarlı reseptör hücrelerinin ve sinirlerin bulunduğu tabakadır. Bu bölgede çomak ve koni reseptörleri bulunur.


Duyu nöronların aksonları, gözün arka tarafında bir noktada birleşerek göz sinirini oluştururlar. Bu sinir göz yuvarlağından dışarı çıkar. Bu bölgede çubuk (çomak) ve koni hücreleri yoktur. Görme duyusunun alınmadığı bu yere kör nokta denir.

Göz merceğinin merkezi ile aynı hat üzerinde bulunan retina merkezi, görme işleminin en fazla olduğu bölgedir (sarı benek). Bu bölgede parlak ışığı ve bir cismin ayrıntılarını seçmekle sorumlu ışığa duyarlı koniler kümelenmiştir.

Retinanın her yerine dağılmış, cisimlerin şekillerini algılamaya yarayan çomak hücreleri bulunur. Bu hücreler az ışıkta duyarlıdır. Ancak renklere karşı duyarsızdır.

2. Göz Kusurları

a. Miyopluk : Göz yuvarlağı optik eksen doğrultusunda uzamışsa, merceğin kırıcılığı azalır ve görüntü retinanın önünde oluşur. Net görüntü elde edilemez. Miyop fertler yakını iyi görür, uzağı iyi göremezler. Kalın kenarlı merceklerden yapılmış gözlüklerle bu kusur giderilebilir.

b. Hipermetropluk : Göz yuvarlağı optik eksene dik olarak uzayıp şişkinleşirse, merceğin kırıcılığı artar ve görüntü retinanın gerisine düşer ve netlik sağlanamaz.

Böyle kişiler, uzağı iyi gördükleri halde, yakını iyi göremezler. Görüntüyü netleştirmek için ince kenarlı merceklerden yapılmış gözlükler kullanılır.

c. Astigmatizm : Saydam tabaka ve merceğin yüzeyindeki kavislenmeden meydana gelen bozukluk bu göz kusuruna neden olur. Böyle kişiler cisimleri bulanık görürler. Görüntüyü netleştirmek için, düzensiz olarak sıkıştırılmış özel mercekler kullanılır.

d. Presbitlik : Yaşlandıkça merceğin esnekliğinin kaybolmasıyla ortaya çıkar. 40 cm den daha yakını göremezler. İnce kenarlı mercekle düzeltilir.

e. Renk körlüğü : Renkli görmeyi sağlayan 3 tip koniden bir veya ikisinin genetik bozukluk sonucu bulunmamasından ortaya çıkar. Kalıtsaldır, düzeltilemez. Bu kişiler genellikle kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edemezler. (Daltonizm)

f. Şaşılık : Göz kaslarının uzun veya kısa olması sonucu göz bebeğinin yana kaymasıdır. Ameliyatla düzeltilebilir.

B. KULAK ve İŞİTME DUYUSU

Bütün omurgalılarda işitmeyi sağlayan yapılar vardır. Özellikle korti organının bulunduğu iç kulak ortaktır. İnsan kulağı üç kısımda incelenir.


1. Dış Kulak

Kulak kepçesi sadece memelilerde bulunur. Sesi toplayarak kulak yoluna iletir. Dış kulak yolu ve kulak zarı bulunur. Ses dalgalarını orta ve iç kulağa iletir. Kulak zarı, havayla gelen ses dalgalarını titreşimlere çevirir.

2. Orta Kulak

Dışta kulak zarı, içte oval pencere ile kapatılmış bir odacıktır. Üç küçük kemik bulunur. Çekiç, örs ve üzengi adı verilen bu kemikler, ses dalgalarını kuvvetlendirerek iç kulağa aktarırlar. Ayrıca bu bölgede kulağı yutağa bağlayan östaki borusu bulunur. Bu yapı, iç kulakta basıncı dengeleyerek kulak zarının patlamasını engeller.
 
3. İç Kulak

Kulağın en karmaşık kısmıdır. Bu bölgede işitmeyle ilgili olan kısım kohlea ve denge ile ilgili kısım yarım daire kanalları ve kesecikler bulunmaktadır. İnsanda denge, yarım daire kanalları ile tulumcuk ve kesecik tarafından sağlanır.

Tulumcuk ve keseciğin içinde otolit denilen CaCO3 den yapılmış kulak taşları vardır. Bu taşlar yerçekiminin etkisiyle kesecik ve torbacığın tabanındaki titrek tüylü hücrelere basınç yaparlar. Vücudun durumu değiştiği zaman otolitlerin de duyu hücrelerine yaptığı bölgesel basınç değişir. Böylece yeniden, organizmanın eski şekline dönmesi uyarılarak denge sağlanmış olur.

Yarım daire kanallarının içinde endolenf, dışında ise perilenf adı verilen sıvılar bulunur.

 
Kanallar ampul denilen şişkinliklerle sonlanır. Ampuller buralardan çıkan bağlantılıdır. Ampuller içinde kirpikli hücreler vardır ancak otolitler yoktur. Kirpikli hücreler kanalların içini dolduran sıvının hareketiyle uyarılır. Sıvının akışı ile yapılan ikazla, kirpikli hücreler tarafından sinir impulsu oluşturulur.
 

İmpulslar beyinciğe aktarılarak dengemiz sağlanır.

İşitme : İşitme olayının gerçekleştiği yer kohlea (salyangoz) dır. Çünkü işitme reseptörleri buradaki korti organlarında bulunur.

 

C. BURUN ve KOKU DUYUSU

Burun iki delikle dışarıya açılırken, diğer taraftan yutağa bağlanır. Burun içinde mukus salgısı üreten epitel hücreleri bulunur. Mukus ve burun içi kılları dışarıdan gelen havanın hızının kesilmesi, ısıtılması, partiküllerden ve mikroplardan temizlenmesi işlevini yerine getirirler.

Kokunun algılanabilmesi için uyaranın gaz halinde olması gerekmektedir. Bu gaz tanecikleri sarı bölge adı verilen kısma çarptığında buradaki koku reseptörlerini uyararak impulsların oluşumunu sağlar. Bu impulslar koku soğancığındaki sinirlerle beyne gönderilerek burada değerlendirilir.


Koku reseptörleri çabuk yorulur. Bunun için kötü kokulu bir odaya girdiğimizde bir süre sonra, o kokuyu algılayamaz hale geliriz. Ama farklı frekansta bir koku oluşursa hemen algılarız.

 

 

D. DİL ve TATMA DUYUSU

Çeşitli besinlerdeki tatları almamızı sağlayan duyu organımız dilimizdir.

Dilimiz sayesinde hangi besinlerin yenilip yenilmeyeceği bir dereceye kadar belirlenmektedir. Tat duyusunun oluşabilmesi için besinin mukusta çözünür olması gereklidir.

Dilin üzerinde epitel doku bulunur. Tat alma reseptörleri dildeki papilla adı verilen tomurcuklarda yerleşmiştir. Ayrıca; dilde deride bulunan reseptörlerin çoğu bulunur.
 

E. DERİ ve RESEPTÖRLERİ

İnsan derisinde dokunma, basınç, sıcaklık ve ağrı gibi duyuları alan birçok reseptör bulunur. Bunların derideki dağılımı eşit değildir.
 

Taşıma Ve Dolaşım Sistemleri

Canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için, ortamdan besin ve oksijen alırlar.

Alınan bu maddeler hücrelere taşınmak zorundadır.

Bir hücrelilerde taşıma sistemi yoktur. Zar yüzeyi ile alınan maddeler sitoplazmik hareketlerle veya endoplazmik retikulumla hücre içine yayılırlar.

Çok hücrelilerde ise taşıma veya dolaşım sistemi bulunur.

Bitkilerde Taşıma

Bitkilerde taşıma sistemine ilk olarak eğrelti otlarında rastlanır. Bitkilerde taşıma sistemi odun (ksilem) ve soymuk (floem) borularından oluşur. Odun demetleri; odun boruları, canlı parankima hücreleri ve destek hücrelerinden oluşur.

Soymuk demetleri ise, soymuk boruları, arkadaş hücreleri ve destek hücrelerinden oluşur.

Odun ve soymuk borularının birlikte oluşturduğu demete iletim demeti denir

Tek çeneklilerde ve tek yıllık çift çeneklilerde odun ve soymuk boruları arasında kambiyum bulunmadığından, bu demetlere kapalı demet denir.

Çok yıllık çift çeneklilerde ise kambiyum bulunduğundan bu demetlere de açık demet denir, iletim demetleri kök, gövde ve yaprakta bulunur.

1. Su ve Mineral Taşınması

Emici tüylerle alınan su ve mineraller, odun boruları ile ilgili bölgelere iletilirler. Odun boru (ksilem) hücreleri;

- Ölüdür ve ince boru oluşturur.

- İletim aşağıdan yukarı ve hızlıdır.

-  Su ve mineral taşır.                      

Su ve minerallerin bitkinin üst kısımlarına taşınmasında üç faktör etkilidir.

     a) Kök Basıncı

- Köklerle suyun alınmasını sağlar.

-  Kökler topraktan daha yoğundur.

- Yoğunluk farkı ile köklere suyun girmesidir.

b) Kılcallık fadezyon^

- Gövdede suyun ilerlemesini sağlar.

-  Kılcal odun borularında su moleküllerinin çekilerek yükselmesidir.

c) Terleme - Kohezyon

- Yaprakların odun borularından su çekmesini sağlar.

- Su molekülleri birbirini çeker.

-  Kökten yaprağa su yolu oluşur. Terlemeyle su atılınca yoğunluk artar ve alt bölgelerden su çekilir, (yoğunluk kademelenmesi)              :

2. Organik Maddelerin Taşınması

Yapraklarda oluşturulan organik besinler ve köklerde oluşan amino asitler soymuk boruları ile taşınırlar. Soymuk boru (floem) hücreleri;

- Canlıdır ve maddeler sitoplazmadan geçer.

- Taşıma çift yönlüdür, fakat taşıma hızı yavaştır.

- Glikoz, amino asit, vitamin Vs. taşır.

Organik maddelerin taşınması sıvı basınçlarının farklı olması ve difüzyon kurallarına göre olur.

Yaprak ve Stoma

Yapraklar gaz alış verişi, terleme, fotosentez ve oksijenli solunumun yapıldığı organdır. Yapraktaki stomalar gaz alışverişi ve terlemeyi sağlayan gözeneklerdir. Stomalar;

- İki hücreden oluşur ve epidermis hücrelerinden farklılaşır.

- Hücrelerin birbirlerine bakan yüzlerinin çeperleri kalın dışa bakan çeperleri incedir.

- Kloroplastı olduğu için fotosentez yapar, nişasta depolar.

- Gaz alış verişi ve terlemeyi sağlar.

- Kurak bölge bitkilerinde yaprakların ait yüzeyine, sulak bölge bitkilerinde yaprakların üst yüzeyinde ve ılıman bölgelerde ise yaprağın her iki yüzünde bulunur.

- Stoma epidermisle aynı sırada (ılıman), içeri girmiş (kurak) veya dışarı çıkmış (sulak) olabilir.

- Kökte, su bitkilerinde ve odunsu gövdelerde stoma yoktur.

- Açılıp kapanabilir.

Stomanın Açılması

- Stoma hücrelerinin yoğunluğu arttırılır.

- Fotosentezle glikoz üretilir.

- Nişastadan glikoz oluşturulur.

- Kofuldaki mineraller sitoplazmaya boşaltılır.

- Osmotik basınç artar.(E.K)

- Komşu hücrelerden su gelir.

- Turgor basıncı artar.   

- Stoma açılır.

Stomanın Kapanması

- Stoma hücrelerinin yoğunluğu azaltılır.

- Oksijenli solunumla glikoz parçalanır.

- Glikozlar nişastaya çevrilir.

- Mineraller kofulda depolanır.

- Osmotik basınç azalır.

- Komşu hücrelere su gider.

- Turgor basıncı düşer.

Hayvanlarda Dolaşım Sistemi

Bir hücreli ve hidra gibi çok hücreli canlılarda oksijen ve besinin alınması, karbondioksit ve artıkların atılması vücut yüzeyi ile olur.

Bu canlılarda maddeler hücreden hücreye geçtiğinden dolaşım sistemleri yoktur.

Diğer çok hücreli hayvanlarda ise iki çeşit dolaşım sistemi bulunur

Omurgasızlarda Dolaşım sistemleri:

1-Tek Hücreliler: Madde alışverişi hücre yüzeyinden osmoz,difüzyon ve aktif taşıma ile olur.

2-Süngerler: Madde dolaşımı mezenşim boşluğunda meydana gelir.

3-Sölenterler: Madde alışverişi vücut boşluğu ve vücut boşluğuna bakan hücreler arasında olur.Vücut boşluğuna gastrovasküler boşluk denir.

4-Yassı solucanlar (planarya) :Madde alış verişi hücre yüzeyinden difüzyonla yapılır. Gastrovasküler boşluğa sahiptirler.

5-Eklem Bacaklılar: Madde alış verişi açık dolaşımla gerçekleşir.CO2  ve O2  dolaşımla taşınmaz.

Kanla besin ,hormon ve boşaltım maddesi taşınır.

6-Yumuşakçalar:  Bir kulakcık , bir karıncıktan oluşan basit bir kalp bulunur.Açık dolaşım görülür.Kirli kan manto boşluğunda temizlenir.

7-Derisidikenliler: Gerçek bir dolaşım sistemi yoktur.

8-Toprak solucanı: Kapalı dolaşım sistemi görülür.Atar damar, Toplar damar ve kılcal damardan meydana gelir.sırtta toplar karında atar damar vardır.

1. Açık Dolaşım

- Kan kalpten sonra vücut boşluklarında (sinüs) dolaşır.

- Atar ve toplardamarlar birbirinin devamı değildir.

- Kılcal damar bulunmaz.

- Kan akış hızı yavaştır.

- Bazı omurgasızlarda görülür.

- Karasal eklembacaklılarda trake solunumu olduğu için, kan solunum gazları (O2 ve CO2) taşımaz. Dolayısı ile solunum pigmenti yoktur.

- Açık dolaşım görülen ve solungaç solunumu yapan canlılarda kılcal damar sadece solunum organlarında bulunur.

2. Kapalı Dolaşım

- Kan, vücut boşluğuna dökülmez, damarlarda dolaşır.

- Atar, toplar ve kılcaldamarlar birbirinin devamıdır.

- Kan akışı hızlıdır.

- Omurgasızlardan halkalı solucan, bazı yumuşakçalar (Ahtapot, mürekkep balığı) derisi dikenlilerde ve tüm omurgalılarda görülür.

- Solunum sistemi ile dolaşım sistemi bağlantılıdır.

- Kan, solunum gazlarını taşır, solunum pigmenti bulunur. a) Omurgasızlarda Dolaşım

- Bazılarında (sünger, hidra vs) dolaşım sistemi yoktur.

- Bazılarında (böcekler) açık dolaşım sistemi vardır.

- Bazılarında (toprak solucanı) kapalı dolaşım sistemi vardır.

- Örneğin toprak solucanlarında;

- Kapalı dolaşım vardır.

- Kanın hareketini sağlayan yapılar bulunur.

- Derideki kılcallar gazları alır.

- Sindirim kanalındaki kılcallar besinleri alır.

Omurgalılarda Dolaşım

- Kapalı dolaşım bulunur.

- Taşıma pigmentleri alyuvarlardadır.

- Balık, kurbağa ve sürüngenler soğuk kanlıdır.

- Kuş ve memeliler sıcak kanlıdır.

1. Balıklarda Dolaşım    

- Kalp iki odalıdır.

- Temiz ve kirli kan karışmaz. Kalpte her zaman kirli kan bulunur.

- Solungaçlarda temizlenen kan kalbe dönmez, vücuda dağıtılır.

2. Kurbağalarda Dolaşım

- Kalp üç odalıdır.

- Temiz ve kirli kan kalpte karışır. Vücuda karışık kan gider.

- Kan larvada solungaçta, erginde ise akciğerde temizlenir.

3. Sürüngenlerde Dolaşım

- Kalp üç odalıdır ve yarım perdelidir.

(Timsahta dört odalı ve tam perdelidir)

- Temiz ve kirli kan kalpte karışır.

(Timsahta damarda karışır) Vücuda karışık kan gider.

- Kan akciğerlerde temizlenir.

4. Kuş ve Memelilerde Dolaşım

- Kalp dört odalıdır. 

Temiz ve kirli kan ayrı ayrı dolaşır.

- Kan akciğerlerde temizlenir.

DOLAŞIM SİSTEMİ

Besin ve oksijenin hücreler götürülmesi ve hücrede oluşan atıkların (karbondioksit ve zararlı madde) hücrelerden dışarı atılması dolaşım sistemi ile sağlanır.

İnsanda dolaşım sistemi ,

KAN , KALP , KAN DAMARLARI ve LENF SİSTEMİNDEN oluşur.

KALP: Göğüs boşluğunda koni şeklinde olup bir pompa görevi görür.Kanın vücuda dağılmasını sağlar.

Kalp iki kulakçık ve iki karıncık olmak üzere  dört odacıklıdır.Kulakçıklar üste karıncıklar altta bulunur.Kulakçıklarla karıncıklar arasında kapakçıklar bulunur.

    Kalp üç tabakadan oluşur.İçten dışa doğru ;

-Kalbin iç yüzeyi tek sıralı epitel hücrelerinden oluşur.Bu tabakada kan damarı bulunmaz           (Endokard)

-Orta tabakada kalp kasları , sinirler,ve kalbi besleyen koroner damarlar bulunur. Kalp kası kulakçıklarda ince , karıncıklarda özellikle sol karıncıkta daha kalındır.(Miyokard)

-En dış tabakada iki katlı kalp zarı vardır.( Perikard)

Kalbin çalışması otonom sinir sisteminin kontrolü altındadır.

Kalp kası kasılıp-gevşeme hareketi yapar.Kalp kasının gevşemesi ile odacıklar kan ile dolar, kalp kasının kasılmasıyla da odacıklar içindeki kan pompalanır.

Kulakçıklar aynı anda kasılırken sağda bulunan kirli kan temizlenmek üzere akciğere  giderken , solda bulunan temiz kan vücuda dağılır.

Gevşemiş olan karıncıklara sağ kulakçıktan ve akciğerden gelen kan dolar.

Kalbin bir kasılıp –gevşeme hareketine bir kalp atışı denir.

İnsanda   ATARDAMAR , TOPLARDAMAR ve KILCALDAMAR olmak üzere üç çeşit damar vardır.

ATARDAMAR:Kalpteki kanı uzaklaştırıp götüren damarlardır.Akciğer atardamarı hariç hepsi temiz kan taşır.Üç katlı yapıya sahiptir.En dışta esnek , lifli bağ doku ,ortada düz kas doku , en içte ise yassı epitel doku vardır.Atardamar içinde kan akışı hızlıdır. Kanın geri dönmesini engelleyen kapakçıklar damar içinde bulunur.  Vücudumuzdaki  en büyük atardamar aort  atardamarıdır.

TOPLARDAMAR:Organ ve dokulardaki kanı kalbe getirir.Damar içinde kanın geri dönüşünü engelleyen ve kan akış yönünde açılan kapakçıklar vardır.Akciğer toplardamarı hariç hepsi kirli kan taşır.Kan akışı atardamara göre daha yavaştır.

KILCALDAMAR:Atar ve toplardamar arasında bulunan tek katlı yassı epitelden oluşmuş ince damarlardır. Atar ve toplardamarın giremediği doku ve organların arasına girer. Ve kan ile doku arasında madde alış-verişini sağlar.

İnsanda büyük ve küçük kan dolaşımı olmak üzere iki türlü kan dolaşımı vardır.

TEMİZ KAN :Oksijen ve besin bakımından zengin olan kandır.

KİRLİ KAN : Oksijen ve besin bakımından fakir olan kandır.

KÜÇÜK KAN DOLAŞIMI:Kalpte bulunan kirli kanın akciğere gidip temizlendikten sonra tekrar kalbe dönmesidir.  Sağ karıncıkta başlar , sol kulakçıkta biter.

Sağ karıncık Akciğer atardamarı Akciğer  Akciğer toplardamarı Sol kulakçık

BÜYÜK KAN DOLAŞIMI : Kalpte bulunan teniz kanın vücuda dağılıp kirlendikten sonra kalbe tekrar dönmesidir. Sol karıncıkta başlar , sağ kulakçıkta  biter.

Sol karıncık -> Aort atardamarı -> Vücut Alt ve üst ana toplardamar->sağ kulakçık

PLAZMA:(Kan sıvısı) % 90’sudur.Geriye kalan kısmında glikoz, vitamin ,mineral ,yağ ,aminoasit,protein ,hormon,üre ,tuzlar ile vücudu mikroplara karşı koruyan antikor ve pıhtılaşmayı sağlayan fibrinojen bulunur.

 

ALYUVAR (ERİTROSİT):

Kırmız kemik iliğinde , karaciğer  ve dalakta üretilir.

Kana kırmızı rengi veren hemoglobin taşır.

Kanda en fazla bulunan çekirdeksiz hücrelerdir (1 mm kanda ortalama 3-5 milyon)

Hücre ve dokulara oksijen taşır.

Alyuvar sayısı ; yaşa , cinsiyete ve ortamdaki oksijen miktarına göre değişir.

AKYUVAR (LÖKOSİT):

Kırmızı kemik iliğinde .lenf düğümlerinde ( dalak ve bademcik) üretilir.

Belirli şekilleri olmayan , çekirdekli , beyaz kan hücreleridir.

Vücudu mikroplara karşı korur.

Mikropları yiyerek (fagositoz) veya mikropları öldürerek (antikorla) vücudu korur.

Vücuda mikrop girmesi durumunda sayıları artar.

KAN PULCUKLARI (TROMBOSİT):

Kırmızı kemik iliğinde kan üreten dev hücrelerin parçalanmasıyla oluşur.

Kanın pıhtılaşmasını sağlar.

TANSİYON:Kanın atardamar çeperine yaptığı itme kuvvetine (basınca) denir.

NABIZ:Kalbin kasılıp gevşemesiyle atardamara yaptığı vurmalar denir.(nabız , kalp atış sayını verir.) .

KAN GRUPLARI

Alyuvar , plazmadaki proteinlere göre belirlenir.

        Alyuvardaki protein           antijen

        Plazmadaki protein            antikor

        Alyuvardaki özel protein    Rh

LENF SİSTEMİ :

Lenf sıvısı , Lenf damarı ve Lenf düğümleri olmak üzere üç kısımdan oluşur.    

Lenf  sıvısı: Alyuvar taşımayan doku sıvısıdır.Atardamar kılcallarından dokulara çıkan kan sıvısının tamamı toplardamar kılcalı ile geri emilmez. Emilemeyen bı sıvı lenf damarları ile alınarak kan dolaşımına katılır.Lenf sıvısında akyuvar bulunur.

Lenf damarı :   Lenf kılcalları ve lenf toplardamarında oluşur. Bir ucu açık diğer ucu kapalıdır.

Lenf düğümü :Dalak , bademcik en büyük lenf düğümleridir. Akyuvar üreterek vücut savunmasında görev yaparlar.                                           

                                             

13 Mart 2009 Cuma

Fotosentez Nedir?


Fotosentez, klorofil taşıyan canlılarda ışık enerjisi kullanılarak organik bileşiklerin üretilmesi olayıdır. Bu yolla besin üreten canlıların tümüne fotosentetik organizmalar denir ve bunların büyük çoğunluğunu bitkiler oluştururlar.

Fotosentetik organizmalar, ışık enerjisinden yararlanarak enerjiyi depolarlar ve organik bileşikler üretebilirler. Bitkiler de diğer canlılar gibi yaşamsal etkinlikleri için gerekli enerjiyi organik maddelerin kimyasal enerjisinden sağlarlar. Bunun için de güneş ışığını kullanarak havanın karbondioksitini indirgeyerek organik besinlerini sentez ederler. Bu işlem CO2'in indirgenmesi ve ancak güneş enerjisiyle gerçekleştiriliğinden "fotosentez" olarak anılır. Bu yolla güneşin ışık enerjisi kimyasal enerjiye dönüştürülür ve organik madde sentezi yapılmış olur.

Yeryüzündeki her canlı, metabolizma etkinlikleri için gerekli olan enerjiyi temelde üç yoldan sağlar. Fotosentez bir özümleme faaliyetidir ve bu yüzden özümleme ya da asimilasyon gibi genel isimlerle de anılır.

Yapraklar, bitkilerin besin üretim merkezidir. Bitki yapraklarını oluşturan hücrelerin içinde kloroplast denilen, çok küçük yapılar vardır. Bu yapıların içindeki yeşil renkli boyar madde (pigment) olan klorofil maddesinin görevi ışık yakalamaktır. Kloroplastlar güneş ışınlarını bir panel gibi toplayıp, kollektör gibi enerjiye dönüştürerek besin üretirler. Üretilen besin yapraklardan, bitkinin beslenmesi gereken diğer bölümlerine götürülür.

Havadaki karbondioksit, güneş enerjisi kullanılarak, nişasta ve diğer yüksek enerjili karbonhidratlara dönüştürülür. Karbon kullanıldıktan sonra ortaya çıkan oksijen ise havaya bırakılır. Bitki daha sonra besine ihtiyaç duyduğunda bu karbonhidratlarda depoladığı enerjiyi kullanır. Bu bitkilerle beslenen canlılar da bitkide bulunan karbonhidratlardan enerji ihtiyaçlarını karşılarlar.

Fotosentezle her yıl yaklaşık olarak 200-500 milyar ton CO2 dönüşüme uğratılmaktadır. Bu nedenle fotosentezin önemi yalnız kalitatif değil ayrıca kantitafitir. Fotosentezle havanın karbondioksiti ve su, karbonhidartlara dönüştürülür. Karbonhidratlar C elementine ek olarak H ve O2 elementlerini de içeren organik besin taşlarıdır.

Fotosentez olayının meydana gelebilmesi için gerekli olan maddeler, ışık, klorofil, karbondioksit, canlı organizmadır.

Fotosentez Denklemi:

Genel fotosentez denklemi şöyledir:

nCO2 + 2nH2O + Işık enerjisi → (CH2O)n + nO2 + nH2O

Ancak heksoz şekerleri ve nişasta ana ürünler olduğundan, genelde aşağıdaki spesifik (basit) denklem fotosentezin ifadesinde kullanılır: 6CO2 + 12H2O + Işık enerjisi → C6H12O6 + 6O2 + 6H2O + 673 Kalori

Burada C, CO2'den ve H, H2O'dan gelmektedir. Yukarıdaki denklemde görüldüğü üzere basit karbonhidratların yapısına katılan O2'nin sudan mı yoksa karbondioksitten mi geldiği sorusu önem taşımaktadır. Bu konuya radyoaktif ağır su ile yapılan denemelerle açıklık getirlmiştir. Radyoaktif olarak işaretlenmiş 0218 ile fotosentez sonucu açığa çıkan O2'nin sudan geldiği bulunmuştur. Karbonhidratların yapısına katılan O ise, karbondioksitten olmaktadır.Fotosentez sırasıyla aydınlık ve karanlık safha olmak üzere 2 kısımda gerçekleşir.Aydınlık safha için ışık gereklidir.Karanlık safhada ise ışık kullanılmaz.Fakat karanlık safhada aydınlık safhanın ürünleri kullanıldığı için aydınlık safha olmadan karanlık safha gerçekleşemez.Ayrıca bakterilerde H kaynağı olarak H2O kullanılmadığı için ürün olarak O2 açığa çıkmaz.

ÖNEMİ:

Fotosentez, ışık enerjisini kimyasal bağ enerjisine dönüştürerek ilk basamaktaki organik madde üretimini sağlayan mekanizmadır. Bitkiler besin zincirinin ilk halkasını oluşturduğundan, diğer tüm canlıların var olabilmesi ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli enerji fotosentez olayı sırasında elde edilir.

Fotosentezle havanın CO2 ve O2 dengesi korunmaktadır.

Fotosenteze ilişkin bulgular, her yeşil bitkinin organik madde üreten bir fabrika olduğu, bu süreçte güneş enerjisini kullanan aygıtların kloroplastlar olduğunu göstermiştir. Yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının yalnızca yarısı fotosentezde kullanılmaktadır. Bu konuda yapılan

Fotosentezde görev alan pigmentler:

Fotosentezde en önemli olgu güneş enerjisini yakalayıp onu kimyasala bağ enerjisine dönüştürebilme yeteneğidir. Bu işlevi bitkilerin kloroplastlarında veya kromatoforlarında bulunan pigmentler yapmaktadır. Bunların başlıcaları şöyledir:

o Klorofiller
o Karotenoidler
o Fikobilinler

12 Mart 2009 Perşembe

Bitkisel Dokular

Çok hücreli canlılarda belirli görevleri yapmak için özelleşmiş, şekil ve yapı bakımından birbirine benzer hücrelerden oluşan, hücre gruplarına doku denir. Dokular birleşerek organları meydana getirir. Dokuları inceleyen bilim dalına doku bilimi ya da histoloji denir. Canlılardaki doku çeşitleri bitkisel dokular ve hayvansal dokular olmak üzere ikiye ayrılır. Bitkilerin kök, gövde, yaprak ve çiçek gibi organları dokular tarafından oluşur. Bitkisel dokular hücrelerin çoğalma yeteneğine göre bölünür ve bölünmez doku olmak üzere iki kısımda incelenir.

BÖLÜNÜR (MERİSTEM, SÜRGEN) DOKU : Hücreleri sürekli olarak bölünen doku çeşitidir. Bitkilerin kök ve gövdelerinin ucunda yer alır. Dokuyu oluşturan hücrelerin bölünmesi sayesinde bitkinin büyüme ve gelişmesi sağlanır. Bölünür doku hücreleri küçük yapılı, büyük çekirdekli, bol sitoplazmalı, ince çeperli, küçük kofulludur, metabolizmaları hızlıdır. Çeperleri ince olduğu için bulunduğu yere esneklik sağlar. Kök ve gövdenin ucunda bulunan uç meristem , bitkinin uzamasını sağlar. Kök ve gövdede bulunan, bitkinin enine büyümesini sağlayan dokuya kambiyum dokusu denir. Kambiyum dokusu sayesinde bitkilerin yaşları hesaplanabilir. Bitkilerin kambiyum dokusunda, sonbahar ve ilkbahar mevsimlerine göre farklı büyüklükte hücreler oluşur. Bir sonbahar ve bir ilkbahar mevsiminde oluşan hücrelerden meydana gelen halkalara, yaş halkaları denir.

Bölünür Doku Hücrelerinin Görevleri :

-Bitki gövdesinin boyuna uzamasını sağlar.
-Bitki kökünün toprakta uzama ve yayılmasını sağlar.
-İlkbaharda yeni yaprak ve çiçekleri oluşturur.
-Tomurcuklar açılarak yeni dalları oluşturur.
-Çok yıllık bitkilerin gövdesinin kalınlaşmasını sağlar.
-Gövdenin dışındaki mantar tabakasını oluşturur.

BÖLÜNMEZ (DEĞİŞMEZ) DOKU : Bölünmez dokular, bölünür doku hücrelerinin bölünme yeteneklerini kaybetmeleri sonucunda oluşur. Bölünmez doku hücreleri, küçük çekirdekli, az sitoplazmalı, kalın çeperli, büyük kofulludur, metabolizmaları yavaştır. Çeperleri kalın olduğu için bulunduğu organa sertlik kazandırır. Bitkinin hemen hemen her yerinde bulunurlar. Bölünmez dokular, yapı ve görevlerine göre beş bölümde incelenir. Bunlar; koruyucu doku, temel doku, destek doku, iletim doku ve salgı dokudur.

1. KORUYUCU DOKU : Bitkilerin kök, gövde, yaprak ve meyvelerinin üzerini örten dokuya koruyucu doku denir. Bu doku, kalın çeperli ve klorofilsizdir. Hücrelerinde klorofil maddesi taşımadığı için fotosentezle besin üretemez. İhtiyaç duyduğu besinleri diğer dokulardan alırlar. Koruyucu doku, bitkinin iç kısmındaki ince çeperli hücrelerden oluşan dokuları dış etkilerden korur. Koruyucu doku, epidermis doku ve mantar doku olmak üzere iki kısımda incelenir.
Epidermis Doku : Otsu ve odunsu bitkilerin kök, dal, meyve ve yapraklarının üzerindeki koruyucu yapıya denir. Epidermis doku hücreleri canlıdır. Epidermisin üzeri epidermis hücreleri tarafından salgılanan kütin maddesinin oluşturduğu kütikula tabakasıyla örtülüdür. Kütikula tabakası mumsu , saydam bir yapıya sahip olduğundan ışığı geçirirken, su ve subuharını geçirmez.. Bu sayede su kaybını önlerken, fotosentezin oluşumuna katkıda bulunur. Mumsu tabaka üzüm tanelerinde kolayca fark edilebilir. Kütikul tabakası, kurak bölgelerde kalın, nemli ve sulak bölgelerde incedir. Bitkinin toprak üstündeki bölgelerini örten epidermde stomalar (gözenekler) bulunur. Stomalar, fotosentez, solunum ve terleme olayları ile ilgili gaz alışverişini sağlar.
Mantar Doku : Çok yıllık bitkilerin kök, ve gövdeleri üzerinde bulunan yapıya denir. Mantar doku hücreleri ölüdür. Bitkiyi sıcak ve soğuk gibi dış etkenlerden korur.

Koruyucu Doku Hücrelerinin Görevleri :
- İçteki dokuları dış etkilere karşı korur.
- Kara bitkilerinin aşırı su kaybını önler.
- Topraktan su alınmasını sağlar.
- Bazı salgı maddelerinin atılmasını sağlar.
- Yaprak ve gövdedeki stomaları oluşturarak gaz alışverişini sağlar.
- Gövdenin çevresindeki mantar tabakasını oluşturarak, sıcak,soğuk, mikrop, darbe gibi dış etkilerden diğer dokuları korur.

2. TEMEL (PARANKİMA) DOKU : Kök, gövde ve yapraklardaki diğer bitki dokularının etrafını doldurur ve dokuları birbirine bağlar. Temel dokunun hücreleri, canlı, ince çeperli, büyük kofullu ve bol sitoplazmalıdır.

Temel Doku Hücrelerinin Görevleri :
- Bitkilerin klorofil taşıyan yeşil kısımlarını oluştururlar.
- Dokular arası madde iletimini sağlar.
- Kök, gövde, meyve ve tohumlarda su, hava ve besin depolarlar.
- Gaz alışverişini sağlar
- Fotosentez ve solunum yapar.

3. DESTEK DOKU : Bitkiye diklik, dayanıklılık, desteklik sağlar.

Destek Dokunun Görevleri:
-Ayva, armut, elma gibi meyvelere sertlik kazandırma.
-Tohumların sert kabuklarının oluşmasını sağlama.
-Yaprak, dal ve çiçeklerin temel iskeletlerini oluşturma.
-Odunsu bitkilerin sert liflerini oluşturma.

4. İLETİM DOKU : Basit ve küçük yapılı bitkiler dışında tüm bitkilerde bulunur. Bitkide madde iletiminde görevlidir. Besin ve su taşıyan iletim borularından oluşur. Taşıdığı maddelere göre odun ve soymuk borusu olmak üzere iki çeşittir.

Odun Borusu : Kökten, gövde ve yapraklara doğru topraktan aldığı su ve mineralleri iletir.

Soymuk Borusu : Kök ile gövde arasında, fotosentez ürünlerini iletir.

İletim Borularının Görevleri :
-Topraktan alınan su ve mineralleri diğer dokulara ulaştırma.
-Yapraklarda fotosentezle üretilen ürünleri diğer dokulara ulaştırma.

5. SALGI DOKU : Bitkilerde özel salgıların üretilmesini ve atılmasını sağlar.

Salgı Dokunun Görevleri :
-Böcekleri besleyen bal özünü üreterek, çiçeklerde tozlaşmayı sağlama.
-Reçine ve tanin üreterek gövdeyi mikroplardan koruma.
-Çiçek ve meyvelerin kokularını salgılama.
-Böcekçil bitkilerin, böcekleri sindirmesini sağlayan sıvıları salgılama.
-Bazı bitkilerin hayvanlarca yenmesini önlemek için süt sıvısı salgılama.

Canlılarda Dolaşım Sistemi

Canlılar, içinde yaşadıkları ortamdan aldıkları besin, oksijen, karbondioksit ve mineralleri vücutlarında yeni madde yapımı ve enerji üretiminde kullanırlar. Hücrelerde hayatsal faaliyetler sonucu oluşan artık maddelerin de dışarı atılması gerekir. O halde hücrelere gerekli olan maddeleri (besin ve oksijen)getiren ve hücrelerde oluşan artık maddeleri (karbondioksit ve amonyak gibi)boşaltım organlarına taşıyan sisteme dolaşım sistemi denir. Dolaşım sisteminin amacı; hücredeki reaksiyonların devamlılığını sağlamaktır. Tek hücreli canlılar besin maddelerini hücre zarı ile alırlar. Çok hücreli canlılarda ise alınan maddelerin hücrelere ulaştırılması ve hücrelerde oluşan artık maddelerin hücrelerden uzaklaştırılması ancak dolaşım sistemi ile mümkündür.

CANLILARDA TAŞIMA SİSTEMLERİ

1-)Bir Hücrelilerde Dolaşım Sistemi

Bir hücreli canlılarda dolaşım sistemi yoktur. Maddelerin hücre içine alınıp artıkların dışarı verilmesi difüzyon yolu ile olur.

2-)Bitkilerde Dolaşım Sistemi

Fotosentez yapan bitkilerin hepsi dış ortamdan su ve mineraller almalı ve bunları bütün hücrelere iletmelidirler. Ayrıca yeşil kısımlarda sentezledikleri organik maddeleri besin sentezi yapmayan kısımlara taşımak zorundadır. Su yosunları, kara yosunları ve ciğer otlarında özel bir taşıma sistemi yoktur. Su yosunları gerekli maddeleri bütün vücut yüzeyiyle alır ve artık maddeleri de aynı şekilde dışarı verirler. Kara yosunları ve ciğer otları da nemli yerlerde yaşarlar. Topraktaki su ve mineralleri köke benzeyen köksüleri ile alıp hücreye aktarırlar. Eğrelti otları, at kuyrukları ve kibrit otlarında ise topraktan alınan su ve minerallerin taşınmasını sağlayan basit iletim demetleri vardır.

3-)Çiçekli Bitkilerde Dolaşım Sistemi

Köklerle alınan suyun fotosentezde ve terlemede kullanılmak üzere yapraklara, yapraklarda sentezlenen besinlerin diğer organlara iletilmesi dolaşım sistemiyle olur. Bitkilerde dolaşım sistemini iletim demetleri yani damarlar meydana getirir. İletim boruları odun ve soymuk boruları olmak üzere iki ana kısımdan oluşur.

4-)Hayvanlarda Dolaşım Sistemi

Bir hücrelilerde gaz ve besin alış verişi doğrudan hücre zarı ile yapılır. Bu yüzden tek hücreli canlılarda özel bir dolaşım sistemi yoktur. Çok hücrelilerden süngerlerin ve sölenterlerin vücutları küçük ve hücreleri dış çevre ile temas halinde olduğundan dolaşım sistemleri yoktur. Ayrıca yassı solucanlarda da özel bir taşıma sistemi bulunmamaktadır. Omurgasızların çoğu ile omurgalıların hemen hepsinde vücut büyük olduğundan iç kısımlardaki hücreler dış çevre ile doğrudan madde alışverişi yapamaz. Omurgalı canlılarda ve omurgasızlardan da toprak solucanında kalp, damarlar ve dolaşım sıvısından oluşan dolaşım sistemi vardır.

a-)Açık Dolaşım: Bu dolaşımda dolaşım sıvısı tümüyle kapalı bir sistem içerisinde (damarlarda) dolaşmayıp, damarlardan dokular arasındaki boşluklara yayılır. Yumuşakçalarda, derisi dikenlilerde ve eklembacaklılarda açık dolaşım görülür.
b-)Kapalı Dolaşım: Kanın kalp ve damarlardan oluşan kapalı bir sistem içerisinde dolaşmasıdır. Toplar ve atardamarlar kılcal damarlarla birbirlerine bağlıdır Kapalı dolaşımda kanın akış hızı açık dolaşıma göre daha fazladır. Halkalı solucanlarda ve omurgalıların tümünde kapalı dolaşım görülür.

5-)Omurgalılarda Dolaşım Sistemi

Kalp, toplardamar, atardamar, kılcal damarlar ve kan dokusundan oluşur. Dolaşım sistemleri aynı yapıları içermekle birlikte omurgalılarda kalp yapıları farklıdır.

a-)Balıklarda: Kalp bir kulakçık ve bir karıncık olmak üzere iki odalıdır. Kalpte devamlı kirlikan bulunur. Kalp kirli kanı solungaçlara pompalar. Burada temizlenen kan bütün vücudu dolaşarak kirlenmiş halde kalbe geri döner.

b-)Kurbağalarda ve Sürüngenlerde: Kalp üç odalıdır. İki kulakçık bir karıncık vardır. Kirli kan ve temiz kan karıncıkta karışır ve buradan vücuda pompalanır. Yani kurbağa ve sürüngenlerin vücutlarında karışık kan dolaşır. Sürüngenlerde karıncıkta yarım bir perde bulunur. Fakat yine de kirli ve temiz kan karışır. Timsahlarda ise karıncıkta tam perde vardır. Fakat yine de kirli ve temiz kan kalpten çıktıktan sonra karışır. Vücutlarında karışık kan dolaştığı için vücut sıcaklıkları çevre sıcaklığına göre değişir. O yüzden bu canlılara soğuk kanlı canlılar denir.

c-)Kuş ve Memelilerde: Kalp dört odacıklıdır. Yani kalp sağ ve sol olmak üzere tamamen ikiye ayrılmıştır. Temiz ve kirli kan birbirine karışmaz. Kalbin sağ tarafında kirli, sol tarafında ise daima temiz kan bulunur. Vücutta karışık kan dolaşmadığı için memeli hayvanlar ve kuşlar sıcak kanlı hayvanlardır.

6-)İnsanda Dolaşım Sistemi



a-)Kalp: Kalp insanın göğüs boşluğunda iki akciğer arasında ve göğüs kemiğinin arkasında yer alır. Tabanı üstte, tepesi altta ve ucu sola dönük olan bir koni şeklindedir. Ergin bir kadında ortalama 230 – 280 gr, erkekte 280 – 340 gr ağırlığındadır. Yaş ilerledikçe kalbin ağırlığı ve büyüklüğü artar. İnsan kalbi herkesin kendi yumruğu büyüklüğündedir.

Kalbin Yapısı: Kalp kırmızı çizgili kastan yapılmış bir pompadır. Çizgili kastan yapılmış olmasına rağmen isteğimiz dışı çalışır. Kalp üstte iki kulakçık, altta iki karıncık olmak üzere dört odalıdır. Kalbe kan getiren damarlar kulakçıklara açılırlar. Kulakçıklar, kalbe gelen kanın toplandığı odacıklardır. Kulakçıklara kan getiren damarlar toplardamarlardır. Kalpten vücuda kan götüren damarlar karıncıklardan çıkarlar. Vücuda kan götüren bu damarlar atardamarlardır. Kalbin sol tarafında temiz, sağ tarafında ise kirli kan bulunur.
Kirli Kan: Besin ve oksijen bakımından fakir olan kana kirli kan denir.
Temiz Kan: Besin ve oksijen bakımından zengin olan kana temiz kan denir.

Kalbin Çalışması: Kalbimiz yaşadığımız sürece sürekli kasılıp gevşeyerek çalışır. Kulakçık ve karıncıkların kasılıp gevşemesi kanın hareketi için itici bir güç oluşturur. Kulakçık ve karıncıkların kasılıp gevşemesi birbirine zıttır. Kulakçıkların her ikisi aynı anda kasılırken karıncıklar gevşeme durumuna geçer. Kalbin her odacığı kasılma sırasında içindeki kanı pompalar. Gevşeme sırasında ise kanla dolar. Kulakçıklar ile karıncıklar arasında kanın geri dönmesini engelleyen kapakçıklar vardır.

b-)Damarlar: İnsan dolaşım sisteminde kanın bütün vücuda gönderilmesini sağlayan üç çeşit damar vardır.
1-)Atardamarlar
2-)Toplardamarlar
3-)Kılcal damarlar

1-)Atardamarlar:
• Kanı kalpten diğer organlara taşıyan damarlardır.
• Kalbin sol karıncığından çıkan aort atardamarıdır.
• Kalbin sağ karıncığından çıkan akciğer atardamarıdır.
• Atardamarlar (akciğer atardamarı hariç) oksijenle zengin kanı taşırlar.
• En büyük atar damar aort atar damarıdır.
• Atardamarların içi düzdür.
• Atardamarların karıncıklardan çıktığı yerlerde kanın kalbe geri dönmesini engelleyen yarım ay kapakçıkları bulunur.
• Atardamarlarda kan karıncıkların kasılmasından ortaya çıkan basıncın etkisi ile dolaşır.

2-)Toplardamarlar:
• Vücuttan toplanan kanı kalbin kulakçıklarına getiren damarlardır. Sol kulakçığa akciğer toplardamarı, sağ kulakçığa ise alt ve üst toplardamarı bağlanır.
• Genellikle kirli kan taşırlar, akciğer toplardamarı temiz kan taşır.
• Başlangıçta kalbin kanı pompalamak için uyguladığı basınç kan damarlarda ilerlerken gittikçe azalır ve bu basınç kanın damarlarda ilerlemesinde etkili olmaz. Bu yüzden toplardamarlarda kanın geri dönüşünü engelleyen ve kanın akış yönünde açılan kapakçıklar vardır.
• Toplardamarlarda kanın hareketi damarları saran iskelet kaslarının basıncı ile sağlanır.
• Toplardamarların içi atardamarlardan daha geniş olduğundan daha çok kan taşır.

3-)Kılcal damarlar:
• Atardamarlarla toplardamarları birbirine bağlayan tek sıralı epitel hücrelerinden yapılmış küçük yarıçaplı damarlardır.
• Kanı atardamarlardan toplardamarlara taşır. Kılcal damarlar tüm vücut hücrelerinin aralarını bir ağ gibi sararlar.
• Kanın akış hızı bu damarlarda en yavaştır. Böylece kandaki besin ve oksijenin hücrelere, hücrelerde oluşan karbondioksit ve artık maddelerin da kılcal damarlara geçmesi için zaman sağlanmış olur.

Atardamarlar Toplardamarlar

Karıncıklardan çıkar Kulakçıklara açılır
Genelde temiz kan taşır Genelde kirli kan taşır
Kanın akış yönü kalpten vücuda Kanın akış yönü vücuttan kalbe
doğrudur doğrudur
Çeperleri kalındır Çeperleri incedir

İnsanda Kan Dolaşımı
Kandaki besin maddeleri ve oksijenin vücut hücrelerine iletilmesi hücrelerde oluşan artık maddelerin boşaltım organlarına taşınması karbondioksitin de akciğerlere taşınması dolaşım sistemi ile olur. Ayrıca hormonlarda gerekli organlara kan dolaşımı ile taşınır.

Kalp akciğerlerden gelen temiz kanı aort atardamarı ile vücuda gönderir. Aort atardamarı kalpten çıktıktan sonra iki kola ayrılır. Üste giden damar baş ve kollara, alta ayrılan damar ise bir çok yan damarlarla mide, pankreas, bağırsak gibi bütün iç organlara ve bacaklara gider. Bu organlarda da kılcal damarlara ayrılır. Kılcal damarlardaki kanla hücreler arasında madde alış verişi olur. Kanda bulunan oksijen ve besin doku hücrelerine, doku hücrelerinde oluşan karbondioksit ve artık maddeler de kana geçer. Kirlenen kan kılcal damarlardan toplardamara geçer. Kirli kan alt ve üst ana toplardamarı ile kalbin sağ kulakçığına dökülür. Kulakçıkların kasılmasıyla kan karıncıklara geçer. Sağ karıncıkta bulunan kirli kan karıncıkların kasılmasıyla akciğer atardamarlarına pompalanır. Akciğer atardamarı kalpten çıktıktan sonra ikiye ayrılarak hem sağ hem de sol akciğere kan gönderir. Akciğerlere gelen bu damarlar alveollerin etrafında kılcallara ayrılır. Kirli kandaki karbondioksit alveollere, alveollerdeki oksijen ise kana geçer. Temizlenen kan akciğer toplardamarı ile kalbin sol kulakçığına gelir. Böylece kan tam bir dolanım yapmış olur.



İnsanda kan dolaşımı büyük ve küçük kan dolaşım sistemi olmak üzere ikiye ayrılır:
1-)Büyük Kan Dolaşımı: Oksijence zenginleşen kanın sol karıncıktan çıkıp vücutta kirlenerek sağ kulakçığa dökülmesine denir.
2-)Küçük Kan Dolaşımı: Kanın sağ karıncıktan akciğere pompalanıp, akciğerlerde oksijence zenginleşerek sol kulakçığa dökülmesine denir.

c-)Kan

Kan plazma denen sıvı kısım ile, plazma içinde yüzen kan hücrelerinden meydana gelmiştir.
Serum ise; pıhtılaşmayı sağlayan proteini içermeyen plazmaya denir.
Kan Sıvısı(Plazma): Kanın yaklaşık %55 ini oluşturan kısımdır. Vücudun çeşitli bölümleri arasında madde taşınmasını sağlar. Bu kısım içinde kan proteinleri, hormonlar, antikorlar, glikoz, yağ, vitaminler, tuzlar ve üre bulunur.

Alyuvarlar (Eritrositler)
• Kana kırmızı rengi veren hemoglobini taşırlar.
• Kanda en fazla bulunan çekirdeksiz kan hücreleridir.
• Yükseklere çıktıkça oksijen miktarı azaldığı için kandaki alyuvar miktarı azalır.
• Kırmızı kemik iliği, karaciğer ve dalakta üretilir. Oksijen ve karbondioksitin taşınmasında etkilidir.

Akyuvarlar (Lökositler)
• Belirli şekilleri olmayan, çekirdekli, beyaz kan hücreleridir.
• Kırmızı kemik iliğinde, lenf düğümlerinde ve timus bezinde üretilirler.
• 1 mm3 kanda ortalama 7.000 kadar akyuvar bulunur.
• Akyuvarların görevi vücudu mikroplara karşı korumaktır. Bu işi ya mikropları içine alıp sindirerek yaparlar ya da antikor üreterek mikropları öldürürler.
• Vücuda mikrop girdiği zaman akyuvar sayısı artar.

Kan Pulcukları (Trombositler)
• Kanın pıhtılaşmasında görev yapan kan hücreleridir.
• 1 mm3 kanda 300 bin kadar kan pulcuğu bulunur.
• Kırmızı kemik iliğinde üretilir.